Bir ben var benden içeri Yalnızlığa mahkum sanıyorsam kendimi Yanılıyorum ben ve benimle birileri.. Dışarısı kalabalık, içimde tenhalık Habire ölüyor kim varsa Sakın bırakma dedi ve gitti Severim Ben Seni Candan İçeri. Severim ben seni candan içeri Yolum vardır bu erkandan içeri. Beni bende deme bende değilim Bir ben vardır bende benden içeri. Nereye bakar isem dopdolusun Seni nere koyam benden içeri. O bir dilber durur yoktur nişanı Nişan olur mu nişandan içeri. Beni sorma bana bende değilim Suretim boş yürür 8 Aralık 2017 Cuma 13:55:24 – 47 –Dün tanrıya ait veri tabanını incelerken, tanrının merakı dedikoduda kullandığını, konuşurken şikâyet içerikli konuştuğunu, bölücü olduğunu ve hep takdir beklediğini görmüştük. Bugün başka özellikleriyle devam ediyoruz:KANDIRMAK, İSTEMEK VE ALMAK.“TANRI”NIN ÖZELLİKLERİDİR KANDIRMAK tipik bir tanrı özelliğidir. O Yunus Emre’nin Hafızalara Kazınan Güzel Sözleri. Cümleler doğrudur sen doğru isen, doğruluk bulunmaz sen eğri isen. Beni bende demen bende değilem, bir ben vardır bende benden içeri. Eğer hor eğer hürmet Kişiye sözden gelir. Zehr ile pişen aşı Yemeğe kim gelir. Yaratılanı hoş gör, Yaradan’dan ötürü. 'Bir ben var bende benden içeri '' diyen Yunus'un işaretindeki, içteki gerçek benliği ortaya çıkarmak için eğitim faaliyeti insanı etkiler ve ona şekil verir. Bu noktadan sonra devreye ilahi aşkı koyan Mevlânâ, insanı ilahi aşk okulunda pişirir, inceltir, kaba benliğinden geçirir, nazikleştirir ve yüceltir. BİRBEN VAR BENDEN İÇERİ * Atatürk’ün bizlere ve Mevlana’nın da herkese anlatmaya çalıútığı da buydu sanırım: Kendini bilebilmek. gDm5PG6. 30 Mayıs 2011 0135 !işte öyle bir şey! Yasaklı hepinize hayırlı sabahlar ,aydınlıklar... 30 Mayıs 2011 0136 06ikiz Şube Müdürü anladımki hiç kimsehiçkimse ben değil...hiç kimse benim gibi,canım kadar canımdan öte can değil.....biraz egoistce ama bazen öyle işte...her kese iyi geceler, en çokta bana- 30 Mayıs 2011 0140 !işte öyle bir şey! Yasaklı ben derken ,beni kaybettim sen de,sen ile,sen yokken,sensizlikle.. 30 Mayıs 2011 0830 *umarsız+25* Yasaklı abowww 30 Mayıs 2011 1250 laf olsun diye Yasaklı dark 30 Mayıs 2011 1253 laf olsun diye Yasaklı dark burdamısın 31 Mayıs 2011 1004 "Darkqueen" Kapalı __Maviş Gün/AYDIN... 31 Mayıs 2011 1047 kudretsolmaz Başbakan Müsteşarı an gelir ki; suret sirete şahit olur."Bir ben var benden içeri" sözü bu durumu işaret ediyor olabir mi. 31 Mayıs 2011 2201 "Darkqueen" Kapalı Bir ben var benden içeriBir şarkı var beni benden aLanBuyuraLım madem öyLeGözLerimi kapayayımDerdimi unutayımSaLLasana uçayımGönüL saLıncağında... 31 Mayıs 2011 2210 "Darkqueen" Kapalı Ruhum çekiyor dibeYok gitmiycemArada derede böyLe iyi.. 31 Mayıs 2011 2212 "Darkqueen" Kapalı TekiLayı limonsuz içmek gibiBu tamamLanmışLıkta birşeyLer eksik.. 31 Mayıs 2011 2221 "Darkqueen" Kapalı Bir derdim var dinLeyinEyy gökte ki yıLdızLarBeni benden çaLarakKayboLup gitti yıLLarArapsaçına döndüÇöz beni arapsaçı.. 31 Mayıs 2011 2227 "Darkqueen" Kapalı Bir sevgiLim vardı çekti gittiBizde şans ne gezer..Ah bu şarkıLarda oLmasaYokLukta yokLuğaVarLıkta varLığa götürüyGidersen...gideLimBir cümLenin içine düşmek istiyorumMeşki pas geçtimDirekten dönmek şanstırÇarpıp mı çarpmadan mıBen hassas kadınım işteİçime dert oLur gidenŞarkıya geçeLim 31 Mayıs 2011 2231 "Darkqueen" Kapalı ParçaLı buLutLuyumUmutLanıcak birşey yokYokta yokDünya gözümden düştüAsLında dünya dönüyorİçinde dönenLer birer birer düşüyor... 31 Mayıs 2011 2238 "Darkqueen" Kapalı Uzun ince bir yoLdayımBiLmiyorum ne haLdeyimGidiyorum gündüz geceGündüz gece...Upuzun bir yoLdaDere tepe düz gitmişimAyağım taşa takıLmışÇokmu yok yook değiL... 31 Mayıs 2011 2248 "Darkqueen" Kapalı Ruhun huzursuzLuğun da İlhan İrem iyi geLiyormuşŞartLadım şimdi kendimiDinLiyorum ruhum iyLeşir birazdan........ 31 Mayıs 2011 2251 "Darkqueen" Kapalı BöyLesine doLuyken gözLerimNasıL da güLmüşüm resimLerde... 31 Mayıs 2011 2254 "Darkqueen" Kapalı Vardır eLbet bi biLdikLeri amaBende ki ben derine gidiyorTarkan daha iyi geLdi ruhuma sankiHiç değiLse ritime çözüLüyorum... 31 Mayıs 2011 2322 !işte öyle bir şey! Yasaklı uzun bır türkü tutturmuşum,bir yanı yokluk,öteki sensizlik,ve öylesine bir türkükü bu,yokluğuna adanmış,teli sensiz...umut tutturmusum dilimde gidiyorum..sessiz ve sensiz... 31 Mayıs 2011 2322 hüzün gecesi Müsteşar bende bende yokum artık Toplam 476 mesaj Ünlü Matrix serisinin ilk bölümünde kahinin Neo’ya mutfağının duvarında asılı olan “Nosce te ipsum kendini tanı” yazısını göstererek anlatmaya çalıştığı şey neydi acaba? Neden en güçlü insan kendini en iyi tanıyan insandır? Atatürk neden, “Eğer bir millet büyükse kendisini tanımakla daha büyük olur” demiş. Ya da ne güzel söylemiş Mevlana “Canında bir can var o canı ara…ama dışarıda değil, aradığını kendinde ara”Eğitim ve danışmanlık hizmetlerimiz sırasında, özellikle iş hayatlarının başındaki katılımcılarımızın kariyer gelişimleriyle ve planlamalarıyla ilgili bizlere sorular sorup tecrübelerimizden yararlanmak istemeleri sıklıkla karşılaştığımız bir durum. Ancak, aslına ve idealine bakacak olursak bizler kariyer planlaması yapmaya başladığımız anda birçok şey için de artık biraz geç kalınmış oluyor bir bakıma. Bu açmazı bir kenara bırakacak olursak, başarılı bir kariyer gelişiminde her şey öncelikle kişinin kendini tanımasından geçiyor. Kişinin yeteneklerini bilmesi, neyi yapabileceğinin ve neyi yapamayacağının farkında olması, ne yapmaktan hoşlanacağına ve neyi yapmaktan hoşlanmayacağına tamamen hakim olması ya da hayattan ne istediğine dair kafasında net bir cevaba sahip olması sanıldığının aksine çok da kolay bir şey değil kanımca. Kahinin Neo’ya, Atatürk’ün bizlere ve Mevlana’nın da herkese anlatmaya çalıştığı da buydu sanırım Kendini dünyasına dönecek olursak, hiç şüphe yok ki kişinin kendi karakteri ve yapısı için doğru yani uygun olan bir bölümden mezun olması çözüm için önemli bir anahtar. Okumak istediği bölümün “popülerliğinin” ya da en azından imajının büyüsüne kapılıp beceremeyeceği ya da sevmeyeceği bölümlere doluşup sonra da mutsuz bir şekil de mezun olan çok insan var iş dünyamızda. Çünkü öğrenciler daha lise yıllarındayken becerebilecekleri değil o günün şartlarına göre revaçta olan bölümlerde okumayı tercih ediyorlar, sonuç da hüsran oluyor tabi. Üniversiteler her yıl yığınla mutsuz mezun veriyor, bu da doğal olarak çok ciddi bir iş gücü ve sermaye kaybına neden oluyor. Binlerce insan istemedikleri meslek kollarında çalışmak durumunda kaldığından iş yerindeki performanslar vasat olmaktan öteye gidemiyor. Bunun önüne geçmenin yollarından biri de Sabancı Üniversitesi’nin uyguladığı öğretim modeli. Öğrencilerin üniversitedeki ilk iki yıllarında mesleki ayrımı yapılmıyor, sadece sayısal ve sözel olmak üzere iki anadal mevcut Mühendislik ve Doğa Bilimleri Fakültesi ile Sanat ve Sosyal Bilimler Fakültesi, daha sonrasında ise öğrenciler istedikleri mesleği seçip mezun oluyorlar, böylece de hem sevdikleri hem de daha önemlisi becerebildikleri bir mesleğe sahip ya da mutsuz, üniversiteden mezun olduktan sonra ise “doğru işe doğru insan” ilkesi devreye giriyor. Bu noktada işe alım yapan insan kaynakları yetkilisinin becerisi çok hayati bir öneme sahip şüphesiz. Balık baştan kokar misali bu iki temel köşe taşı eğer yerinde değilse bundan sonraki süreç oldukça sancılı geçebiliyor. Şayet biraz azimliyseniz er veya geç olmanız gereken yeri buluyorsunuz fakat bu bazı durumlarda oldukça yıpratıcı olabiliyor. Eğitim ve danışmanlık faaliyetlerimiz boyunca gerek maddi açıdan gerekse kariyer açısından zirvede olduğu halde mutlu olmayan birçok insanla karşılaşıyoruz. Ne yazık ki, istediğimizi sandığımız şeyin aslında o olmadığını o şeye sahip olduğumuzda anlıyoruz bazen. Bu anda da artık çok geç kalınmış oluyor ve devreye hemen emeklilik hayalleri ve yapılacaklar listesi giriveriyor. Her şeyi ertelediğimiz gibi bunu da erteliyoruz. İş hayatındaki birçok kişinin diline pelesenk olan, “Emekli olunca bir kafe açacağım kendime” sözü aslında bu psikozun klasikleşmiş bir yansıması değil mi?Sorularla başladık sorularla devam edelim, kariyer hedeflerimizi nasıl belirlemeliyiz? Bu biraz hayatta neler yapmak istediğiniz ve nelere ulaşmak istediğiniz ile ilgili bir soru. “Hayattan istediğiniz üç şey” sorusu sorulduğunda herkesin verdiği cevap “Önce sağlıktır, daha sonra da iyi bir iş ve iyi bir eş”. Verilen cevaptaki ikinci kısım bir açıdan bizim için belirleyici, yani biz ikinci sıraya iyi bir işi mi yoksa iyi bir eşi mi koyuyoruz. Bu değişken bir tercih olabiliyor, hem kişiler arasında hem de kişinin kendinde zaman içerisinde. Kariyer hayatının başında olan biri için iyi bir iş daha önemli olabilirken ilerleyen yıllarla birlikte kimi zaman iyi bir eş daha ön plana çıkabiliyor. Kariyer hedefimizi belirlerken büyük resim anlamında çok zor da olsa bu soruya biraz olsun cevap verebilmiş olmamız gerekir, daha sonra keşke dememek için en azından. Merdivenin en üst basamağına geldiğimizde merdiveni aslında yanlış duvara dayadığımızı fark edersek yapacak pek de bir şey kalmamış olabilir, unutmamak ve detaya inecek olursak işe önce kendimize 20 yıl sonra nasıl bir yerde olmak istediğimizi sorarak başlayabiliriz, kendimizi bir CEO olarak mı hayal ediyoruz yoksa kendi küçük işinin patronu olmuş bir girişimci mi, yoksa hayır işlerine kendini adamış vergi rekortmeni bir sanayici mi? Bu konuda bir cevaba ulaşabilmişsek artık bir planlama yapmanın vakti gelmiş demektir. Bizi bu hedefimiz doğrultusunda yükseltebilecek sektör ve şirketler hangileri? Bu konuda biraz araştırma yapmak gerekecek. Örneğin, akrabalık ilişkilerinin kuvvetli ve belirleyici olduğu bir patron şirketinde yükselmek kişisel ilişki kurabilme beceriniz zayıf olduğunda biraz daha zor olabiliyor, kurumsal şirketlerin ise başka dezavantajları var şüphesiz. Bu noktada detaylı bir analiz yapmak neyi becerebileceğimizi ve istediğimizi iyi tespit etmemiz gerekir. Sektör ve firma belirlendikten sonra hangi pozisyonu seçeceğimize sıra geliyor. Kendimizi tanıdığımızı varsayarsak, diğer birçok şeyi göz ardı ederek ör maaş avantajı başarılı olabileceğimiz bir departmandan şirkete girmemiz faydalı olacaktır. Eğer bu saydıklarımı biraz olsun uygulamaya koyabilirsek şunu göreceğiz ki ilerleyen zamanla birlikte, kariyer gelişimimiz istediğimiz yönde ve şekilde diğer konu da fırsatları doğru değerlendirmek. Kariyer planlamamız için karşımıza çıkan fırsatları çok iyi değerlendirmek gerektiği şüphesiz ancak sadece pozisyon avantajı getirdiği için de çok sık iş değiştirmek pek verimli olmayabiliyor. Ayrıca bu durum çok sık oluyorsa o zaman bir yerlerde sorun var demektir, bu yeni bir iş başvurusu yaptığınız zamanda da bir sorun teşkil edebilir sizin için, çünkü karşınızdaki “işe alımcı” acaba çok uyumsuz biri mi de böyle sık sık şirket değiştirmiş diye düşünebilir ister istemez. Vurgulamak istediğim, derinlemesine bir kariyer gelişimi için sık yapılacak şirket veya sektör değişikliği bir dezavantaj olarak da karşımıza çıkabilir, dikkatli davranmak gerekir. Öte yandan, şöyle de bir gerçek var ki, Yeni eğilimlere trendlere paralel olarak, çok yönlü ve yenilikçi kişiler iş dünyasında artık daha önce hiç olmadığı kadar rakiplerinden önde. Sektörler arasındaki eski kalın ayrım çizgileri artık iyice ortadan kalktığı için farklı sektör ve şirket deneyimi olan disiplinler arası çalışanlar öne çıkıyor artık. Bir başka deyişle çok yönlülük ve kendini sürekli ve hızlı geliştirebilme günümüzde bir hayli önemli hale geldi. Departmanlar arasında geçiş yapabilen çok yönü bir yedek oyuncu gibi farklı görev ve pozisyonlara süratli şekilde adapte olabilen deyim yerindeyse ”İsviçre çakısı” modeli çalışanlar iş dünyasının aranan insanları oldu, çünkü günümüz iş koşulları bunu gerektiriyor artık. Bu noktada da sürekli öğrenme yaklaşımı karşımıza çıkıyor. Her insan artık öğrenmek için kendini bir zaman ve yer kısıtlamasından kurtarmak zorunda. Çalışan herkes her fırsatta ve her yerde kendini geliştirmeyi düşünmeli, bunu kendine bir düstur edinmeli diye düşünüyorum. Kişi “ben bu bilgiyi ya da bu yetiyi nerede kullanacağım ki?” sorusunu kendine hiç sormadan öğrenmeye meraklı olmalı, bilgi birikimine sürekli bir şeyler katıyor olmalıdır, kendi çalıştığı sektör dışındaki sektörlere de ilgi duymalı oradaki gelişmeleri de yakından takip etmek için en azından gayret sarf etmelidir. Her ne kadar günlük iş rutinleri içerisinde sıkıştığımızı ve zamanımızın olmadığını düşünsek de aslında fırsatlar sürekli karşımıza çıkmakta, tek sorun bizim bunları birer fırsat olarak algılayamıyor olmamız. Unutmamak gerekir ki, bugün artık bilgiye ulaşmanın maliyeti neredeyse “0”. Bu nedenle artık bu bilgiyi doğru yada işe yarar bir şekilde yorumlayabilmek önemli hale geliyor. Bunun olabilmesi için de kişinin çok yönlü olması bir lüks değil olarak deyim yerindeyse köşeye sıkıştığımız şu günlerde İnovasyonun Yenilikçiliğin önemi her geçen gün daha çok anlar ve hisseder olduk çünkü artık her ürün ve hizmet birbirine benzemeye başladı, hemen her şey artık üç aşağı beş yukarı aynı. Artık farklı bakış ve tasarım yeni bir trend oldu. Bir şekilde farklılaşmayı yakalamak iş dünyası için artık çok ama çok daha önemli. Tüm sektörlerdeki üst düzey yöneticiler yenilikçiliğin önemini vurguluyor ve her fırsatta dile getiriyor olsa da iş icraata gelince performans ister istemez biraz düşüyor, deyim yerindeyse mikrofon karşısında mangalda kül bırakmayan yöneticiler işin mutfağına girdiğinde yenilikçiliğin hiç de öyle kolay bir şey olmadığının farkına varıyor ve sessizce odalarına geri dönüyor. Sonuç olarak da ülkemizin ithalat ve ihracatı arasındaki ithalat lehine olan uçurum ise olduğu gibi duruyor ne yazık başladık soruyla da bitirelim İş dünyasında ne gibi fırsatlar mevcut şu günlerde?. Alın size bir fırsat, kariyer planlamanızda yenilikçiliği göz önünde bulundurun ve yenilikçilik üzerine kendinizi geliştirin, inanın pişman RAKICIKasım 2008 8 Aralık 2017 Cuma 135524 – 47 –Dün tanrıya ait veri tabanını incelerken, tanrının merakı dedikoduda kullandığını, konuşurken şikâyet içerikli konuştuğunu, bölücü olduğunu ve hep takdir beklediğini görmüştük. Bugün başka özellikleriyle devam ediyoruzKANDIRMAK, İSTEMEK VE ALMAK.“TANRI”NIN ÖZELLİKLERİDİR KANDIRMAK tipik bir tanrı özelliğidir. O veri tabanı nedeniyle kandırmak onun işidir, tanrıya ait bir özelliktir, tanrı ufak tefek de olsa hep kandırır, şakadan da olsa kandırır. Şaka bile olsa kandırmayı oysa Efendimiz SAV yasaklamıştır; çok dikkat etmek lazım. Ufak tefek ve bilmeden yaparsanız rahatsız olup hemen tövbe etmelisiniz. Efendimiz buyuruyor “Bir hayvanı bile sanki elinizde bir yem varmış gibi yapıp çağırmayın, kandırmayın.” Hayvanı bile kandırma! “Hayvan ne anlayacak” demeyin. Evet, o anlamaz ama siz tanrı olursunuz, tanrılığınız diğeri İSTEMEK ve ALMAK duygusudur. Bu yüzden, almak duygusunu çok iyi inceleyin. İnsan kendine yaptığı sorgulamada, kendinde yaptığı psikanalizde bunları çok rahat yakalayabilir. Almak dediğimiz şey, sahip olmak anlamında mıdır? İlla öyledir diyemeyiz. Ama diyelim ki öyle, o zaman şu sorunun cevabı önemlidir Sahip olan kim, hangi yapınız? Sahip olmaya çalışan sizin “B” yapınız mı, yoksa sizdeki tanrı mı? Kim, ne için sahip olmak istiyor? Hayatınızda bunu arayın, çok net bulursunuz. Ama Allah’ın rızasını istemek hususunda öyle değildir. Mesela uykuyu bölüp salâta kalkmak hususunda nasılız? Sabah en azından iki rekât kılacağınız farz salât öyle çok önemlidir ki. Kişi geceyi ibadetle geçirmiş olsa bile, uyuyup sabahın iki rekât farzını kaçırıyorsa gece yaptığı ibadet çok önemli olmaz, belki de hiç önemli olmaz! Elbette sünneti de çok önemli, ama o iki rekât farz öyle önemli olmasına rağmen insan onu istemek ve yapmakta nasıl, kendisine iyi bakmalı? Yoksa biz işimize yaramayacak şeyleri istemede ve almada mı hevesliyiz?HARAMLARDAN KÖŞE-BUCAK KAÇMALI HARAMLARA MEYİL de tanrıda çok kuvvetlidir. “Bu kadarla bir şey olmaz” der, haramlara karşı hassasiyeti yoktur. Tanrılığının seviyesine göre bu yaklaşımı gittikçe kuvvetlenebilir, hiç önemsiz hale de gelebilir. Bir Tv programında bir haram parayı halka soruyorlardı, birisi dedi ki; kim demiş haram diye, getirsinler, bu yaşıma rağmen çatır çatır yerim. Zavallı! Onun haram olduğunu kabul etmiyor, önemsemiyor. Evet, tanrı harama meyillidir, haram ona cazip gelir. Haram ilişkiler, haram bakışlar, haram yeme içmeler hep cazip gelir. Bunu kendi hayatınızda siz de yakalayabilirsiniz. Mesela “kimlerin yanında daha rahatım?” diye sorun kendinize. Bazen duyuyorum, birisi çıkıp diyor ki; inanmayan birisi ama ben onunla daha iyi geçiniyorum. İnanan birisi nasıl onunla daha iyi geçinebilir, bu nasıl mümkün olur? Adam Allah’a küfrediyor ama sen onunla rahatlıkla yemek yiyorsun, beraber gezip tozuyorsun. Sonra da, Allahım senin cennetine talibim diyorsun. Annene küfreden birisiyle otursan, annen sana “sen ne biçim evlatsın” demez mi? Peki, Allah sana “sen ne biçim kulsun” demeyecek mi? Bunları insan gözüyle söylüyoruz, kader anlayışı içerisinde değil! Çünkü Allah indinden bakışta, o kader anlayışı içerisinde bu cümleler böyle olmaz. İman öyle ama yaşarken bir mücadele var. Bir kişi “ben onlarla çok daha iyi geçiniyorum, onlar bana çok daha iyi dostlar” diyorsa, bu ifade cehennem için çok önemli bir ipucudur. Eğer kişi kendini kandırmak istemiyorsa, cehennemin kokusunu alabileceği çok önemli ipuçlarıdır bu. Tanrılıktan yani cehennemden kurtulmak istiyorsa da fark edebileceği önemli “BEN”LER ARASINDAKİFARKI FARK EDEBİLMEK Kişi tanrılıkla ilgili yanlarını nasıl fark eder? Eğer kendine “Ben sistemin neresindeyim? Tanrılık çarkına kapılmış olabilir miyim? Tanrılar sistemi içerisinde onlara hoş gözükmeye, onlarla yarışa mı çalışıyorum?” diye sorar, böyle incelerseniz kendinizdeki tanrı yanlarınızı yakalayabilirsiniz. Onları yok etmeye başladığınızda cennetin kapısı yavaş yavaş açılıyor demektir. Çünkü tanrıyı yok etmeye başladın. Tanrı yok oldukça kapı açılacak demektir. Hayatı incelerseniz, tanrıyı en fazla yakalayacağınız yerlerden birisi öfke, birisi takdir beklemektir. Kendinizdeki tanrıyı en fazla buralarda yakalar, bulursunuz. “BEN” derken kast ettiğiniz “BEN”in, tanrılığını ilan eden “BEN” olup olmadığını, öfke ve takdir duyguları sırasında çok net fark edersiniz. Düşüncenize bakıp anlayabilirsiniz “Bu, tanrılığını ilan eden yapının arzusu ve isteği. Bu BEN hiç olmaması gereken BEN, vehmin zulmeti olan BEN” diyebilirsiniz, o “BEN”i diğer “BEN”den ayırabilirsiniz.“BEN” kelimesi, “KENDİM” kelimesi çok önemlidir, ona dikkat etmek, onu çok önemsemek ve tefekkür etmek lazım. “Ben” derken, “kendim” derken kullandığımız “kendi” ifadesi neyi kast ediyor? O hangi “kendi” acaba? Bunu mutlaka fark etmeliyiz. Ehlullah bunu fark etmiş ve çok önemsemiş. Mesela Yunus Emre, farklı kendi kavramlarını tefekküründe ele almış ve kullanmış. “Bir BEN vardır bende BENden içeri” diyor. Dikkat edin, biz şimdi bu cümleyi mübareğin kastettiği manasıyla tefekkür edeceğiz, bize anlatıldığı gibi değil. Yani o cümleyi tanrıların anladığı gibi yorumlamayacağız Bir “BEN” vardır “BEN”de “BEN”den içeri. Bu ifade söylenirken iki “BEN”den bahsediliyor Bir “BEN” var, bir de bu “BEN”den içeri bir “BEN” var. Açığa çıkaramadığı, ama fark ettiği bir “BEN” daha var. Yunus Emre’nin bahsettiği, dile getirdiği o “BEN” bize söylendiği gibi veya yaygın olarak yorumlandığı gibi “hakikat” değildir. O “BEN” “B” sırrıdır, “B” hakikatidir, “B” sırrıyla hakikatte yaratılan yapıdır. Bir hakikat var bir de rolü demiştik hatırladınız mı, işte o “BEN” hakikatin rolüdür. “Bir BEN vardır BEN’de” cümlesinde, “BEN’de” kelimesi ile kastedilen “BEN” diğer “BEN”dir, yani ilah yapıdır, o bir zanndır; kişinin kendini müstakil ve muhtar zannetmesiyle oluşturulan ilahlıktır. O ilah yapının kapladığı, örttüğü bir “BEN” daha var, o BEN bu ilah yapıdan içeri olan BEN’dir, onun örttüğü “BEN”dir. Çok duyduğunuz ama tam da tanımlayamadığınız “B” SIRRI işte odur. O “BEN”, hakikatte “B” sırrı ile yaratılan yapının “BEN” demesidir. Yani o BEN yaratılan gerçek yapının söylediği “BEN”dir, o “BEN”i var olan esas yapı söyler. Ama “BEN’den içeri” ifadesindeki “BEN” asıl “BEN”e geçirilmiş örtüdür, bir poşet gibi işlev gören örtücü “BEN”dir. O BEN asıl “BEN”e ve ondaki yeteneklere sahip çıkarak müstakilliğini, bağımsızlığını ilan etmiş, yani vehmi suiistimal etmiş “BEN”dir. Neden? Çünkü asıl “BEN”i, vehim olarak yaratılan “BEN”i örtüyor. Hayatımıza bu gözle bir bakalım, konuşurken “BEN” dediğimiz, “kendim” dediğimiz bu iki “BEN”den hangisi acaba? Bunun tefrikini yapmak çok önemlidir Hangi BEN’le “BEN” diyoruz? Eğer insan bu iki “BEN”in farkında olmaz, onların ayrımını yapmazsa bir kere hep tereddütte kalır. Konuşurken veya dua ederken nasıl diyeceğini, ne diyeceğini şaşırır; “BEN demeli miyim, yoksa “BEN” kelimesini kullanmamalı mıyım?” gibi ikilemler yaşar. Kişi “B” sırrı yapısıyla, hakikatte yaratılan bu yapıyla “BEN” diyebilir, ama zann olan yapıyla “BEN” demesi şirktir. Çünkü kendisini Allah’ın dışında müstakilen var ve muhtar zannediyor. Bu, ilahın “BEN”idir. Asıl “BEN”i fark edince kişi ne yapar, nasıl davranır? Mesela bir olay oldu, sinirlenmemesi gerektiğini mi anlar? Hayır, sinirlenmemesi gerektiğini anlayan ilah yapıdır, ilahlığını ilan etmiş olan “BEN”dir. Örtmeden “BEN” diyen yapıda, yani ilahlık ilanı olmadan “BEN” diyen yapıda sinirlenme diye bir şey olmaz, onun öyle bir duygusu olmaz. Tabi, bunları okuyunca hemen o asıl “BEN” halini yakalayıp sürdürebiliyor muyuz? Sürdüremiyoruz. Okur okumaz hemen birden sürdüremezsiniz. Dünyadaki yaşantı sistemi böyle! Ama mücadele etmek, bu işin telaşında, gayretinde olmak önemli! Dünya yaşantısı “A” yapısı üstüne bina olmuştur, dünyada “A” yapı üzerinden bir seyir var, “A” yapıyla dönen bir seyir var, dünyada dilenen seyir “A” yapı ile yürüyor. Bu yüzden “A” yapıdan tam kurtulmadan o hali sürdüremezsiniz, fakat mücadele etmek önemlidir. Hayat bu mücadeledir zaten.“B” YAPININ AKIL+İMANREHBERLİĞİNDEKİ ANALİZİ Şans ve şanssızlık çok kullanılır, ama manası nedir? “B” yapının yanında olup, “B” yapıyı fark edip, “B” yapıdan yararlanmak büyük şanstır, şans denilen budur. Onun çok yakınında olup ama “B” yapıyı fark etmeyip “B” yapıyı örtme görevini yüklenen olmak ise çok büyük şanssızlıktır. Peki, hayatta çok şanslı ama çok şanssız olanlar var mıdır? Evet. Fark etmemiz gereken bu “B” yapının da özellikleri vardır. Mesela o Sünnetullah’ı yani Evrensel Genel Doğrular’ı kabul eden bir karakterdir. İşte hakikatte “B” sırrıyla yaratılan bu yapıyı hayatın içinden bir olaya uyarlayarak, farklı bir örnekle anlatmaya çalışacağım. Tabi, önce şu bilinmelidir Yaratılan bu “B” yapı, Evrensel Genel Doğrular dediğimiz “Sünnetullah”ı fark ettiğinde ona akıl+iman’la yaklaşır, sisteme akıl+iman’la bakar. Akıl+iman’la bakmakla o çok önemli bir şeyi yakalar Kabul ettiği Evrensel Genel Doğrular’ın zaman boyutu uzar, alanı da genişler… Uygun görürseniz bu cümleyi biraz açalım. Bu amaçla “B” yapının akıl+iman rehberliğindeki analizini, yani sisteme akıl+iman ile yaklaşmasını anlamak üzere bir örnek verelim. Vereceğimiz bu örnek “imanın ne olduğu ve neye iman ettiğimizi” açabilmek, netleştirebilmek adına da faydalı olacaktır, inşaAllah. Bunu bilim kurgu filmi gibi bir sunumla anlatmaya çalışacağız ki hem dikkat çeksin hem de örnekteki mana daha kalıcı olsun. İnşaAllah yarın bu örneğin tefekkürüyle devam edelim. HİSSETMEK VE MUHTARİYET-47- Açıklama Edebiyat ve sanatın merkezine insanı ve onun fertleşme serüvenini koyan Tarık Buğra hem romanlarına hem tiyatro eserlerine bunu yansıtmış, bu yüzden de sadece iyi bir romancı değil aynı zamanda tiyatro eserleriyle bir sanatçı olarak Buğra eserlerini Türkçe konusundaki hassasiyetini hep muhafaza ederek yazmış, roman ve tiyatro gibi eserlerin “en mükemmel kültür Türkçesi ile yazılacağını” savunmuştur. Her türlü basmakalıbı reddetmiş, bağımsız sanat anlayışını benimsemiş ve bu eserlerdeki tiplemelerle tiyatro yazarları arasında ismi hep Emre’nin hayatını anlatan Bir Ben Vardır Benden İçeri adlı eseri de onun bütün bu yönlerini yansıtmış, tiyatronun gelişimine katkıda bulunmuştur. Bir Ben Vardır Bende Severim ben Seni candan içeruYolum vardır bu erkandan içeruŞeriat, tarikat yoldur varanaHakikat meyvası andan içeruDinin terk edenin küfürdür işiOl ne küfürdür, imandan içeruBeni bende demen, ben de değilimBir ben vardır bende, benden içeruBeni benden alana ermez elimKim kadem basa Sultandan içeruSüleyman kuş dilin bilir dedilerSüleyman var, Süleyman'dan içeruTecelliden nasip erdi kimineKiminin maksudu bundan içeruSenin aşkın beni benden alıptırNe şirin dert bu, dermandan içeruMiskin Yunus, gözü tuş oldu SanaKapıda bir kuldur, Sultandan içeru

bir ben var benden içeri mevlana